Haberlere göre “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı” adı altında bir vakıf (?) kurulmasına dair kanun önerisi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçmiş. Komisyondan geçtiğine göre TBMM’den de geçecek yani “devleti destekleyen” yeni bir tüzel kişilik yaratılacaktır. Vakıf bir özel hukuk müessesesidir. Ne devletten dolaylı veya dolaysız para alır, ne de devletin bir bakanlığa görevini yapması için dolaylı veya dolaysız maddi destek sağlar. Alarko’nun kurucularından İshak Alaton “bir vakıf, iki vâkıftan oluşur” derdi. Birinci vâkıf (a uzun okunacak) kişisel servetinin bir kısmını vakfeden bir veya birden çok gerçek kişidir. Bu, olmazsa olmaz şarttır. Yani ortada vakfeden bir fani yoksa, yaratılan tüzel kişilik bir vakıf olamaz. İkinci vâkıf ise bu vakfın gayesini gerçekleştirebilecek bilgi ve beceriye sahip yöneticidir.

VAKIFLARIN VARLIK NEDENİ

Vakıfların varlık nedeni (raison d’étre) hayır u hasenattır. Yani amaç, zenginlerin toplumun nispeten yoksul kesimine hizmet götürmesi veya güzel işler yapmasıdır. Vakıflar almak için değil vermek için kurulur. Kurucusuna dolaylı veya dolaysız maddi imkan sağlayamaz. Özetle: Devlet kuruluşları veya belediyeler, KİT’ler, BİT’ler veya girişimci tüzel kişiler vakıf kuramaz. Ancak vakıflar, kamunun halkın hayrına yapması gereken sosyal faaliyetin (fakirlere bedava yemek vermek, barınma imkanı sağlamak, eğitim ve sağlık hizmeti sunmak, köpek barınağı inşa etmek ve işletmek vb) bir kısmını üstlenebilir. Asla, birinci vâkıfı devlet ve amacı da devlete hizmet olan “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı” diye bir vakıf olamaz. Trafik Vakfı da Mehmetçik Vakfı da olmaz. Ama diyeceksiniz ki bunlardan yüzlerce hatta binlercesi var. Ben de diyeceğim ki bunların hiçbiri vakıf değildir. Bu sözde vakıfların amacı ya vergiden kaçınmak ya da seçilmiş veya atanmış kamu yöneticilerinin etkinliğini artırmak için onlara “bütçe kısıtlarına veya Sayıştay denetimine tabi olmadan” harcama yapma yetkisi sağlamaktır. Aslında yöneticinin elini serbestleştirmek kötü olmayabilir. Ama bunun yolu sözde vakıf kurmak olmamalıdır. İdare hukukçuları bu ihtiyaca, vakıf kavramını dejenere etmeden bir çözüm bulmalıdır.

OSMANLI’DA VAKIF

İslam’da veya Osmanlı’da vakıf denince Profesör Timur Kuran’dan bahsetmemek olmaz. Timur Kuran, vakıf sisteminin önceleri milli geliri yeniden dağıtma mekanizması olarak kullanıldığını söylüyor. Mülkiyet güvencesi olmadığı için zamanla bunlar, daha ziyade zenginlerin servetlerini korumak ve ailelerinin geleceğini güvence altına almak için kullanılan kurumlar haline getirilmiştir diyor. Unutmayın, Osmanlı’da mülkün/memleketin sahibi sultandı. Bu sebeple “Can Allah’ın, mal Padişah’ın” denirmiş. Yani bir kişi ne yolla ve ne kadar zengin olmuşsa olsun, kendini ve ailesini güvende hissetmezmiş. Çünkü sultanın, her an onun mallarına el koyma hakkı varmış. Bu kişilerin hemen hepsi, zaten sultanın inayetiyle zengin olduğu için buna pek itiraz edemezmiş. İslam hukukçuları bu soruna çare olarak zenginlere mal ve mülklerinin önemli kısmını bir hayır işine vakfetmeleri formülünü geliştirmiş. Vakfedilen mal ve mülkler hatta paralar, İslam hukukuna göre Allah’ın mülkiyetine geçmiştir denerek, sultanların bunlara el koyması engellenmiş. Vakfedenin ve mirasçılarının geçimini sağlamak üzere “mahfuz hisse” kavramı geliştirilmiş. Böylece vakfedilen mal ve mülklerin nemasından vakfedene ve varislerine her yıl belli bir gelir tahsis edilmesi hukuka uygun hale gelmiş. Verilen cevap “yapılan her şey usule uygundur” ise ortada mutlaka “esasa aykırı” bir şey vardır. 

SON SÖZ: Yanlış yaygınlaşırsa, doğru yanlış olur.