Beş bin asker denizde can verdi.

Altı bin asker esir düştü.

Filonun otuz gemisinden ancak üç ülkeye dönebildi.

Londra, Paris, Berlin, Viyana basını benzer manşeti attı:

- “Beyaz olmayan bir halk ilk kez savaş kazandı!”

“Beyaz Adam’ın beş yüz yıllık üstünlüğü sona ermişti. Bir Asya ülkesi ilk kez bir Avrupa ülkesini mat etmişti. Gazeteler arkasından ekledi:

-Sarı tehlike!

Bir yıl altı ay dört hafta süren Rusya-Japonya savaşından bahsediyorum.

Savaş 5 Eylül 1905’te sona erdiğinde dünyada yankısı büyük oldu. Örneğin, Halide Edip (Adıvar) oğluna Japonya Deniz Kuvvetleri Komutanı Togo’nun adını verdi. İmparator Mikado şahsına şiirler yazıldı; “emirü’l mü’münin” (Müslümanların koruyucusu) ilan edildi.

Rusya’daki Müslümanları kurtarmak isteyen Sibirya doğumlu Abdurreşit İbrahim Japonya’ya gitti, iş birliği koşulları aradı.

Üçüncü dünya ülkelerinde bu savaşın etkisi şuna sebep oldu; biz de yenebiliriz...

Peki, nasıl olmuştu da “köylü ülkesi” Japonya, “sanayileşme yolundaki” Rusya’yı yenebilmişti?

Rusya tehlikesini hep yakınında hisseden İkinci Abdülhamit bu soruya yanıt için Ertuğrul fırkateyni Japonya’ya gönderdi. (Sadece Osmanlı değil, çok Müslüman ülkede para toplayıp heyetler  gönderdi Japonya’ya.)

Kendine “uygarlık-aydınlanma” (Bunmei Kaika) sloganını seçen Japonların reformist-devrimci yolundan İkinci Abdülhamit yürüdü mü?

Çürümeye bırakılan Ertuğrul firkateyninin dönüş yolunda batması muhafazakar kafanın sembolüdür aslında...

★★★

Tağut/Kutsal Aldanışın Soyağacı” kitabımda Japonya/Meiji reformları üzerinde ayrıntılı durdum.

Meiji yemini şuydu:

-“Geçmişin kötü alışkanlıkları terk edilecek ve her şey doğanın adil yasaları üzerine kurulacaktır. Bilgi tüm dünyada aranacaktır.”

Bu mucize doğum/ modernizmin olmazsa olmaz zorunluluğu ittihatçılardan Kemalistlere, Çin’den İran’a reformların devrimlerin ilham kaynağı oldu...

Anadolu’daki askeri başarı, üzerinde güneş batmayan İngiliz emperyalizminin yenileceğini dünyaya gösterdi. İngilizler işgal ettikleri topraklardan ilk kez çekilmek zorunda bırakıldı.

Bu süreç İngilizlerin “Siyasal İslam’ı doğurmasına” neden oldu. Ve bu “aldatıcı miras” sonraki yıllarda -Soğuk Savaş döneminde- ABD’ye bırakıldı.

Bu kutsal aldatmanın ülkemizde neye yol açtığı konusunda siyasi ekonomik kültürel tartışma yap(a)mıyoruz. Günlük yüzeysel politik lakırdıların ötesine geçemiyoruz.

Ve iş dönüp dolaşıp daima yaşadığımız ekonomik krizlere geliyor. Bakınız:

★★★

Robert E. Ward ile Dankwart A. Rustow, “Political Modernization in Japan and Turkey” kitabı, Osmanlı/Türkiye ile Japonya’nın yaklaşık bir asır içinde geçirdikleri politik modernleşmeyi ele aldı.

Yazarlar şu soruya yanıt aradı:

-19’uncu yüzyılda ekonomileri birbirine benzeyen iki tarım ülkesinde bir asır sonra ne oldu?

Japonya başarılı olurken, Osmanlı neden zenginleşemedi?

Japonya, “Meiji Restorasyonu” denen kapitalist piyasa ekonomisinin işleyişini sağlayacak siyasi, ekonomik ve kültürel adımları 1868’den itibaren atmaya başladı. 

Osmanlı ise aynı atılımı otuz yıl önce 1838’de Baltalimanı ve bir yıl sonra yayınladığı Tanzimat Fermanı ile yaptı.

Sonuç itibariyle aradaki fark şuydu:

Osmanlı biçimde/şekilde değişiklik yaptı. Japonya özde yaptı değişimi.

Japonya bir asır sonunda Batı dışında sanayileşmeyi başaran tek ülke olurken biz bugün hâlâ ekonomik krizden nasıl çıkacağımızı tartışıyoruz, ki bu kaçıncı? Nasıl bu kadar kolay aldanıyoruz?

Kutsal aldanışın soyağacı bilinmeden/bağnazlık ile hesaplaşmadan kurtuluş mümkün değil. Bunu yapabilecek siyasi irade var mı? Geçiniz efendim geçiniz...