İktisadi kalkınmanın yolu ve hatta bir bakıma tanımı “sermaye biriktirme” (capital accumulation) dir. Nitekim iktisaden kalkınmış olan ülkelere sermaye birikimi büyük yani milli serveti çok anlamında “zengin ülkeler” denir. Milli serveti büyük ülkelerin, milli gelirleri yüksektir. Sermaye, fiziki (Tanrı veya insan yapması), mali ve beşerî olmak üzere üç halde ete kemiğe bürünür. Sermayenin bu üç hali de bizatihi birer üretim âmili (faktörü) dir. Yani hasıla “imal” eder. Âmil, imal eden, amel iş yapma, amele de işi yapan yani işçi/emekçi demektir. Bir emekçi, iş yaparken ne kadar çok “sermaye malı” kullanırsa, yaptığı iş o kadar kaliteli ve çok olur. Pek tabii geliri o kadar yükselir. Çünkü emekçi, sermayenin yarattığı hasıladan da pay alır. “Alet işler el övünür” özdeyişini hatırlayın. 300 bin dolar değerinde bir ekskavatörü kullanan operatörün aylık maaşı, 100 dolarlık kazma kürekle çalışan işçininkinden fazladır. Ama her operatörün maaşı da aynı değildir. Birim zamanda daha fazla toprak kazan, daha fazla kamyon yükleyen ve bunu makinesini yıpratmadan, iş kazasına sebep vermeden yapabilen çevresiyle uyumlu bir operatörün kazancı diğerlerinden daha da fazla olur. Çünkü o kişi sadece daha büyük fiziki sermaye kullanmıyor aynı zamanda beyninde ve ruhunda biriktirdiği “beşerî sermaye”yi de kullanıyordur.

MİLLİ GELİR YARATIMINDA BEŞERİ SERMAYENİN PAYI

Hesaplarıma göre “Safi Yurtiçi Hasıla” yaratımında emek faktörünün payı yüzde 80’dir. Bu, bir işverene bağlı olarak veya kendi hesabına çalışan meslek sahipleri ile bağımsız esnafın emekleri toplamıdır.  Bu oran hizmet sektörü gelişmiş zengin ülkelerde, milli serveti düşük ülkelere göre daha yüksektir. Menkul ve gayrimenkul fiyatlarının artması “Safi Yurtiçi Hasıla” toplamına girmez. Bunlar kumar kazancı gibidir. Kumarbazların kazançlar toplamı daima sıfırdır. Bu kabil bireysel zenginleşmeler reel “milli sermaye birikimini” de arttırmaz. Ayrıca “sabit fiyatla” veya “hacimsel” olarak “Yurtiçi Hasıla” bulunurken, faiz gelirleri nominal değil reel olarak hesaplara dahil edilir. Bunların “emeğin payı yüzde 80 olamaz” diye düşünenler için yazıyorum. Milli hasıla yaratımında emeğin payı ne kadar yüksekse, kaliteli kalkınma için “emek verimliliğinin” artması da o kadar önemlidir. Emek verimliliğinin artması için “beşeri sermaye” birikiminin artması gerekir. Bu da örgün ve yaygın eğitimdir.

EĞİTİMİN AMACI BİREYSEL VE TOPLUMSAL ÜRETKENLİĞİ ARTIRMAKTIR

Türkiye’de 20 milyona yakın öğrenci var. Bu sayıya okul öncesi ile üniversitelerdeki açık öğrenim öğrencileri dahil değildir. 1.4 milyon öğretmen, 85.000’den fazla okulda bu öğrencileri eğitiyor. Ülkemizde tek başına bundan daha çok insanı kapsayan bir faaliyet alanı yoktur. Dolayısıyla doğrudan ve dolaylı olarak “eğitim” en büyük kaynak kullanan sektördür demek, yanlış olmaz. İktisadi açıdan olaya bakarsak, eğitim bir “beşerî sermaye oluşturma” sürecidir. Yani bir cari harcama değil, yatırım harcamasıdır. Bu yatırımların amacı da “iktisadi kalkınmayı hızlandırmak” olmalıdır. Beşerî sermaye iki başlık altında incelenebilir: 1. Bireylerin üretim becerileri, 2. Toplumun üretim becerisi. Burada bir noktaya dikkat edilmelidir. Toplumun üretim becerisi, bireylerin üretim becerilerinin cebirsel toplamından büyük veya küçük olabilir. Bunu belirleyen “kültür” dür. Milli hasıla yaratmak bir takım oyunudur. Bireyler, birbirlerine ne kadar güvenirse yani toplum ne kadar ahlaklı olursa, bireysel beceri eğitimin toplumun refahına katkısı o kadar yüksek olur.

SON SÖZ: Kalkınmaya hizmet etmeyen eğitim harcaması israftır.